SON DAKİKA HABERLER : Yükleniyor.....

PANORAMA: Şarkı değişiyor

Süper Lig Panorama | 04.02.2020 13:48

Didem Dilmen 20. haftanın panoramasını yazdı; haftanın golünü, asistini, fark yaratan değişikliğini, en iyi 11'ini seçti.

Didem DİLMEN Didem DİLMEN
PANORAMA: Şarkı değişiyor

Süper Lig Panorama’da bu hafta derbiden Sergen Yalçın’a uzanacağız. Ancak elbette haftanın en büyük olayı, Gaziantep FK’da yeni transfer Maxim’in inanılmaz performansıyla lider Sivasspor’u mağlup eden başrolü oynamasıydı.

Haftanın golü, asisti, değişikliği ve şampiyonluk adaylarının maçlarının analizi ile Panorama’ya başlıyoruz...

TOP RIZA ÇALIMBAY’DA

Girişi liderle yapalım ve başlığı da şöyle atalım: Sivasspor elbet yenilecekti, ama bunu yapan takımın Gaziantep FK olmasını bekliyor muyduk?

9 DETAY’da Sivasspor’un olası mağlubiyetinin şampiyonluk adaylarından değil ligin orta sıralarındaki takımlardan gelebileceği fikrini konuşmuştuk. Gençlerbirliği ve Çaykur Rizespor maçlarında zorlanması, Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi güçlü rakiplere karşı ise galibiyeti zorlanmadan alması bu fikrin temelini oluşturuyordu.

Sivasspor’u uyaran maçlardı, berabere kaldığı karşılaşmalar... Mental olarak liderliğin ortaklarına karşı saha içindeki disiplini, diğer rakiplerine karşı kurmakta zorlandıkları görülüyordu.

Futbolseverler tarafından da “Sivasspor için cepte” görünen Çaykur Rizespor ve Gaziantep FK’nın lideri devirmek için ellerinden geleni yapmaları ve kolay bir galibiyet tattırmayacaklarını izledik.

Başakşehir’in geçtiğimiz hafta Fenerbahçe’ye mağlup olması, aynı Fenerbahçe’nin Trabzonspor’a kaybetmesi, Sivasspor’un da bu hafta Başakşehir ile karşılaşacak olması ligin zirvesini epey karıştıracak, bitti sanılan lig neredeyse yeniden başlayacak.

Peki Sivasspor, Gaziantep FK’ya neden ve asıl kaybetti?

Galibiyetin başrolünde yeni transfer Maxim var elbette, tek kişilik dev kadro performansıyla gol attı, attırdı ancak daha da önemlisi Sivasspor’un hücum oyunlarını engelledi.

Sivasspor’un Caner ve Appindangoye’nin önünde Fatih Aksoy, savunma oyuncuları gibi görünseler de aslında hücumu kuran, beklere ve ortaya topu yönlendiren, dönen topları alıp yeniden hücuma aktaran çok kritik oyuncular. Gaziantep FK’nın da ilk yaptığı baskıyı bu oyuncuların üzerine kurmaktı.

Sivasspor’un örümcek ağını andıran o pas organizasyonunu Sergen Yalçın, Yeni Malatyaspor’da “İki Hakan”a baskı yaparak durdurmaya çalışmıştı. Sumudica ise bir adım geriye baktı ve savunma hattı ile orta sahanın iletişimini kesti. Hakan Arslan ve Mert Hakan topu alamadıklarında önlerindeki forvetlerin de alternatifleri kısıtlandı.

İkinci yarıya Sivasspor, topu Gaziantep FK’ya bıraktı, orta saha ile forvetlere pres direktifi verilmişti. Top yapma konusunda zayıflıkları olan Gaziantep FK’lıların üzerine gelince top da buldular pozisyon da... Ancak bu defa savunma güvenliğini, Maxim gibi çok tehlikeli bir rakibin varlığı nedeniyle bırakamadılar, alıştığımız kalabalık Sivasspor hücumlarındansa az adamla gol arayan ataklar izlemek zorunda kaldık. Son vuruşlarda isabet sağlanabilseydi, Sivasspor bu maçı henüz 2-1’ken, 3-1’ken çevirebilirdi. Maçı da mücadeleyi de hiç bırakmadılar, Sivasspor elinden geleni yaptı, yeterli olmadı.

Maxim çok zeki, fazlasıyla fırsatçı, tekniği ve son vuruşları çok iyi bir oyuncu, galibiyetin başrolünü de hak ediyor, öte yandan Maxim’in arkasında Sumudica’nın takımına oynattığı doğru oyunla Sivasspor’u nasıl durdurduğunu anlatmazsak maç yarım kalır.

Sivasspor’un nasıl yenilebileceğini Hamza Hamzaoğlu buldu, İsmail Kartal geliştirdi, Sumudica tamamladı.

Premier Lig’den Bundesliga’ya ve Ligue 1’e kadar her ligde olduğu gibi Süper Lig’de de kazanan takımları yenebilmek için diğer takımlar birbirlerinin fikirlerini geliştirerek ilerlerler. Teknik direktör liglerini, yıldız futbolcu liglerinden ayıran da budur...

Sivasspor, tıpkı geçtiğimiz sezon ve önceki sezonda Başakşehir gibi çözüldü. Şimdi top Rıza Çalımbay’da; yeni bir şeyler söylemek için...

45. SANİYEDE GELEN O GOL...

Derbideki tahmininiz nedir? İlk 25 dakikada golü bulan maçı kazanmaya yaklaşır. Peki deplasman takımı 1. dakikada 1-0 öne geçerse ne olur? Futbolu bu kadar güzel yapan tahmin edilememezliği...

Trabzonspor-Fenerbahçe maçının iki yüzü var; 45. saniyede öne geçen Fenerbahçe’nin bu maçı nasıl kaybettiği ve 45. saniyede yenik duruma düşen Trabzonspor’un nasıl kazandığı...

Son yılların birbirine en denk derbi mücadelesini izledik, orta sahada hem oyunu hem topu kontrol etme çabası ve savunmaların forvetleri karşılaması maçın seyrini belirledi. Bir tarafta Obi ve N’diaye, diğer tarafta Ozan Tufan ile Luiz Gustavo ikilileri maçın kaderini belirlediler.

Oyunu çift yönlü olarak yönlendirdiler, savunmada durdurma ve hücuma aktarmanın yanı sıra kontrolü sağlama görevi de bu ikililerin üzerindeydi.

Elbette maçın kaderini iki kırılma anı belirledi; Max Kruse’nin 45. saniyedeki golü, Trabzonspor’un çok gecikmeden henüz 15. dakikada durumu eşitlemesi. Bu maçtan hangisini çıkartsanız senaryo baştan aşağıya değişirdi.

Fenerbahçe, sezonun en iyi maçlarından birini oynadı, Sörlöth’ü topsuz bırakmak için ellerinden geleni yaptılar, Nwakaeme’nin yokluğunda Yusuf ve Ekuban dişlilerini yavaşlatmaya çalıştılar.

Ancak doğru yerde doğru zamanda doğru karar ustası Sörlöth her defasında takım arkadaşlarının tam da baktığı yerde duruyordu, yeri geldiğinde topun kontrolünü tutabilecek aklı ortaya koyuyordu ve sakin kalmayı başarıyordu. Sörlöth, savunulması çok zor bir oyuncu. Onu tutabilmeyi başarsanız, bıraktığınız boşlukları mükemmel kullanacak bir Sosa gerçeği var.

Fenerbahçe bir şekilde Trabzonspor’u durdurmayı başardı, hücumda da etkili olabildi. Max Kruse-Vedat Muriqi’in ikili oyunlarını engelleyip yalnız hareket etmeye zorlayan rakip savunmaya karşı bu iki oyuncunun birebirde yarattıkları pozisyonları Uğurcan Çakır’ın harika performansı engelledi. Fenerbahçe, Trabzonspor deplasmanında puanla dönebilirdi, ancak tam ihtiyacı olduğunda performanslarının zirvesini zorlayan oyuncuları Trabzonspor’a galibiyeti getirdi.

Son paragrafı Hüseyin Çimşir’e ayıralım; Max Kruse’nin golü sonrası Trabzonspor’un kontrolü kaybetmesini engellemek, mental olarak ve fiziksel olarak yukarıya çekebilmek, oyun ve plana bağlılığın bir dakika bile düşmesine izin vermemek önemli bir teknik direktörlük işidir. Oyuncularını zirve performansına ikna etmekle 90 dakika boyunca o zihin yapısında kalabilmelerini sağlamak ayrı şeylerdir. Hüseyin Hoca çok önemli bir sınavı, Fenerbahçe’yi mağlup ederek değil, 1-0 geriye düşen takımı kenardan toparlayarak verdi.

BİR EMRE HER ŞEYİ NASIL DEĞİŞTİRDİ?

Güçlerin fazla dengesiz olduğu, bir tarafın çok ağır bastığı maçları değerlendirmek zordur. Çünkü aldatıcıdır, çünkü yetersizdir.

Galatasaray ile Kayserispor’un üstelik TT Stadı’nda karşı karşıya geldiği karşılaşma ve performanslar yanıltıcı olacaktır, bu dengesizlik nedeniyle.

Daha bir hafta önce küme düşmeme hattındaki direkt rakibi Ankaragücü’ne karşı öne geçse de beraberlikten kurtulamayan Kayserispor’un, kadrosunda yenilenmeye giden ve iyi bir devre arası geçiren Galatasaray’a karşı sürpriz yapma şansı yoktu.

Fatih Terim ve oyuncularını da bu maç üzerinden değerlendirmek yerine son 4 maçı üst üste koyup bir fikir edinmek gerekir.

Antalyaspor, Denizlispor, Konyaspor ve Kayserispor maçlarının ortak özelliği, topun da alanın da oyunun da tüm kontrolünü ele geçiren Galatasaray’dı, ne zaman vitesi yükseltip çıksalar golü buldular, ne zaman vitesi düşürseler rolantiye geçtiler.

Rakibin ne yapacağını, topla nereye kadar gidebileceğini, ne kadar oyun alanı olacağını Galatasaray belirledi.

Yedikleri gollerin hepsi (4 maçta 2 gol gördüler) çok benzer; rakibin kapanmasını engellemek için topu almasına izin verip geride boşluk yaratmalarını sağlamaya çalışırken hızlı atağa cevap verememekten geldi. (Denizlispor’un hızlı atağı kornere gitmiş, kornerden gol gelmişti. Kayserispor savunma arkasına atılan topta golü buldu.)

Ligin ilk devresinde, Antalyaspor maçı öncesine kadar sürekli oyundan düşen, sürekli top kaybı yapan, pas iletişimini kuramayan yani oyunun kontrolünü 10-15 dakikalık parçalar dışında eline geçiremeyen Galatasaray son dört maçta nasıl bu kadar büyük fark yarattı?

Fatih Terim’in başarılı takımlarının tam bir tasviri yoktur; bazı sezonlarda bekler, bazılarında merkezler ya da hücumcular üzerinden oyun kurar, elindeki malzemenin yeteneklerine göre ana ve yan planlar geliştirir. Bu sezon Galatasaray’ın bekleri çizgilerden kullanıp kanatları içe çekerek kalabalık hücum hattı planı işlemedi. Bekleri oyuna dahil edebilecek bir merkeze ihtiyaç vardı. Ndiaye ve Fernando’nun yokluğunda Nzonzi-Seri ikilisi yürümedi. Seri’nin yanındaki adam Lemina olduğunda bu defa takım ileriye çıkmakta zorlanmaya başladı, topu tutsa da al-ver’den öteye gidemedi.

Antalyaspor maçında Taylan Antalyalı, Denizlispor, Konyaspor ve Kayserispor maçında Emre Akbaba, Galatasaray’daki en büyük eksikliği doldurdular: Takımı saha içinde bir arada ve plana bağlı tutacak yaratıcı merkez!

Beklerin de orta sahanın da forvetlerin de hareketini merkezden kuracak, oyunun yönünü ve yapısını kurgulayacak, topun nereden nasıl gideceğine karar verecek bir beyin...

Az önce yukarıda anlattığımız tüm o vitesler, kontroller, hükmetmeler işte o beyin görevi gören futbolcunun üzerinden kuruldu.

Son dört maçta, karşılaştırıldığında güç dengesi farkı çok fazla olan rakiplere karşı kolay kazandı, fikstürde Kasımpaşa ve Yeni Malatyaspor maçlarında da sonuçlar benzer olabilir. Ölçü derbilerde; hikaye o maçlarda yazılacak.

BU DA BİR SERGEN YALÇIN YAZISIDIR

Sergen Yalçın, maç sonunda ne diyeceğini merakla beklediğim 3-4 teknik direktörden biri olmuştur her zaman...

Çünkü konuşur, maçı mükemmel özetler, onu dinlemeden maçı bitmiş saymam bu nedenle. Maçı Sergen Yalçın’ın cümlesi kapatır, çalıştırdığı tüm takımlarda.

Beşiktaş’ın Çaykur Rizespor deplasmanı, sezonun çok az mutlak favorisi kesin maçlarından biriydi. Çaykur Rizespor’un bir hafta önce Sivasspor’u ne kadar zorladığı, devre arasında İsmail Kartal’ın takımı nasıl iyileştirdiği, hem seyretmesi hem analizi çok keyifli bir takım yarattığı gerçeği bir yana...

Beşiktaş’ın Sergen Yalçın ile ilk maçına çıktığı gerçeği diğer yana...

Futbol bazen gerçekten detaylarda biter.

Çaykur Rizespor’un daha iyi oynadığı, Beşiktaş’ın kalesinden kanatlarından merkezinden hücumuna kadar her bölgesinde sorun yaşadığı bu maçı kazanması, işte bu nedenle garantiydi. Bu maçı anlamak, ancak ve ancak Sergen Yalçın’ın maç sonu açıklamasıyla mümkündü.

Dedi ki “İlk yarı takımı çok beğendim, tam olarak istediklerimizi ortaya koyduk, mental olarak yorgun bir takım var, toparlamak zaman alacak”.

Hiçbir oyuncusunu eleştirmedi, hatalardan bahsetmedi, aksaklıkları konuşmadı, sadece övdü. Nedenini de kendisi söyledi, “Takımın özgüveni çok düşük, kaybetmekten yorgun düşmüşler, kazanmak bizi ileriye taşıyacak tek yoldu, bir yere gideceksek bu ilk maçı kazanmak zorundaydık”.

Karius’tan Vida’ya, Elneny’den Ljajic’e ve Nkoudou’dan Diaby’e, Beşiktaş’ın bu denli düşük halinin tek çıkış yolu, ilk maçı kazanmaktı. Sonrasını toparlayabilmek için Sergen Hoca’nın ihtiyacı oyun değil, taktik değil, plan değil, hiçbir şey değildi. Tek bir galibiyetti.

Çünkü bundan sonrası daha kolay olacaktı. Sergen Yalçın dedi ki, “Ben hayatımda hiçbir maça çıkarken bu kadar heyecanlanmadım”, sesi titredi bunu söylerken...

Sergen Yalçın, Beşiktaş’ın başında her maça çıktığında aynı heyecanı yaşayacak, tıpkı aşık olduğunuz insanı her gördüğünüzde kalbinizin titremesi gibi...

Sergen Yalçın’ın futbolcuları da bu heyecanı hissetmeyi öğrenecekler önce, Beşiktaş’ın futbolcusu olmayı öğrenecekler, çünkü futbol bir taktik oyunu değildir, hiç de olmamıştır zaten...

GÜNÜN ÖNEMLİ HABERLERİ

Okuyucu Yorumları

0 Yorum

E-Posta hesabınız yayınlanmayacaktır. * İle işaretlenmiş alanlar zorunludur. Yönetici onayından sonra yorumunuz gözükecektir.

© Copyright Asist Analiz - Bolbol Medya