Vinnie Jones, futbol tarihinin en çok konuşulan, en fazla eleştirilen ve en sert oyuncularından biri olarak tarihe adını oldukça keskin bir şekilde yazdı.
“İngiltere’nin en fazla kırmızı kart gören oyuncuları” ve “Futbol tarihinin en çılgın kırmızı kartları” listelerinde yerini aldı. “Bir futbol karşılaşmasında en erken ikinci sarı kart gören oyuncu” unvanını ise uzun yıllar koruyacak gibi görünüyor…
Onun futbola ilk başlama hikayesi ise kariyerinin çılgınlıklarının gölgesinde kalmıştır.
Gençlik yıllarında amatör takımlarda top koşturan Vinnie, 1984’te Wealstone takımında ilk sözleşmesini imzaladığında 19 yaşındaydı. 1985’te yarı profesyonel takımların oynadığı FA Trophy’de final maçına çıktı. Bu sırada bir inşaat firmasında tuğla taşıyarak geçimini sağlıyordu.
1986’da 1 yıllığına İsveç’e gitti ve IFK Holmsund’da forma giydi. 1986’da ilk profesyonel sözleşmesini Wimbledon’la imzaladığında 21 yaşındaydı.
Bir alt lig takımı olarak FA Kupası’nı kazanan tek takım olma unvanını 30 yıldır taşıyan Wimbledon, tarihe Çılgın Çete olarak geçmişti.
Çete, aslında tüm takımdı. Elebaşları Dennis Wise, John Fashanu, Vinnie Jones, Wally Downes ve Lawrie Sanchez olarak gösteriliyordu. Teknik direktör Dave Bassett’le 4. Lig’den 1. Lige kadar yükseldiler.
Topu yerden oynadıkları taktirde zayıf kalan kadroya, havadan uzun toplarla oynatan Bassett’ın taktiği için “Wimbledon, ayakları yere basmayan takım” deniyordu. Ayrıca saha içerisinde rakibe karşı gereğinden fazla acımasız faulleri, bol kartlı ve genelde sıkça doktor müdahalesi gerektiren ikili mücadeleler ortaya çıkartıyordu.
Gary Lineker’in Çılgın Çete için yaptığı “Wimbledon’ı izlemenin en iyi yolu teletext’tir” ifadesi, oynadıkları futbolun tüm İngiltere’yi nasıl çıldırttığının tanımı oluyordu.
İngiltere’nin en çok eleştirilen takımı Wimbledon’ın 1988’de finalde Liverpool’u yenerek kazandıkları FA Kupası için “çılgınlar çetesinin kültürlü çocukları yenişi” ifadesi kullanılır.
Çete’nin en ünlü siması, akıllara yer eden görüntülerin adamı Vinnie Jones’tu.
Futbolculuk yetenekleri muazzam olmasa da savaşçılığı sayesinde kariyerinde formasını giydiği tüm kulüp taraftarları tarafından sevilen bir oyuncu oldu. Leeds United, Sheffield United, Queens Park Rangers ve Chelsea'de oynarken sarısıyla, kırmızısıyla her tür kartı çok sevdi. Futbolculuk hayatı boyunca 13 kırmızı kart gördü ki bunların 12’si direkt, yalnızca biri ikinci sarıdan çıkmıştı.
Vinnie bazen gerçekten arızaya bağlardı. Rakip takım futbolcularının korkulu rüyasıydı. 1986’da Wimbledon forması ile Tottenham’a karşı oynadıkları maçta savunma oyuncusu Gary Stevens’ın erken emekli olmasına neden olması, en büyük olayı oldu.
Aktif futbolculuk döneminde "Bacak nasıl kırılır" isimli bir kitap yazarak İngiltere'de büyük tartışma konusu olmuştu.
Jones tartışmalara "biz savunma oyuncusuyuz ve bu oyun böyle oynanır" yorumuyla nokta koymuştu. Futbol kariyerinin ardından oyunculuğa soyunan Jones için "sahaya yok etmek için çıkardı" derler.
Sert, acımasız ve kesinlikle çok öfkeli bir adam portresi çizdi. Hani öyle “sahada sinirlerine hakim olamıyor ama gerçek hayatta şeker gibi çocuk” kategorisine de koyamıyoruz çünkü dışarıda da pek rahat durduğu söylenemez… Vinnie nerede, olay orada desek yeridir…
Futbolu bıraktıktan sonra Guy Ritchie yönetmenliğinde önce Ateşten Kalbe Akıldan Dumana ve hemen ardından Kapışma filmlerindeki üstün oyunculuk başarısı, futbol kariyerindeki şiddet siciline eklenince, Mean Machine’de Danny Meehan karakteri için oyuncu seçmelerine gerek kalmadı. Hollywood’un Vinnie Jones’u bir aktöre çevirmekten çok daha fazlasını yaptığını ise otobiyografisinde şu kelimelerle anlatıyor:
“Hollywood’a ilk geldiğimde çok heyecanlıydım, önüm açıktı ama davranışlarım beni aşağıya çekiyordu. İlk filmim Lock, Stock and Two Barrels’ın yönetmeni Guy Ritchie bir gün bana Kabala inancına dair bir hikaye anlattı. Sakın yanlış anlamayın, Kabala dinine geçmiş falan değilim. Zaten Guy da şöyle demişti: ‘Bak VJ, sana Kabala inancına dair vaaz verecek değilim ve hatta bu dünyada bunu yapacağım son adam sensin! Sadece bir hikaye anlatacağım.’
Kabala inancına göre her birimizin karakterini eşleyen bir köpek vardı.
Çok sarsılmıştım, çok mantıklıydı. Guy’ın köpek hikayesiydi benimki. Tabi benim köpeğim arsızın tekiydi. Büyük ve öfkeli arsız bir köpeği dizginleyemediğimi anladığımda, onu kontrol etmenin mümkün olduğunu kavradım. Eğer bunu yapmazsam hayatımı mahvedeceğimi de…
O güne dek köpek beni kontrol etmişti. Yoksa kocaman bir adamın hastane odasında elleri kelepçeli halde uyanmasının başka açıklaması olamazdı.
Hayatım boyunca iki muhteşem kariyer yazdım, büyük başarılar elde ettim. Futbol oynadığım süre kadar sinema oyunculuğu yaptım. Ancak hayatımdaki en büyük mücadeleyi köpeğimle veriyorum. Asla kontrolü ele geçiremeyeceğimin farkındayım ama 3. Dünya Savaşı’na neden olmamayı başarabileceğime inanıyorum…”
Okuyucu Yorumları
0 Yorum