Hollanda milli takımının taraftarlarını dünyanın neresine giderseniz gidin, turuncu formaları ile tanırsınız. Onların aynı zamanda lakabıdır; turuncular ya da portakallar… Tüm bir tribün dolusu insanın aynı renkte turuncu formalarla oturuşu harika bir görüntü çıkartır ortaya…
Pek çok milli takımın lakabı vardır; İngiltere Aslanlar, Almanya Panzerler… Ama forması ve taraftarı ile birlikte milli takımı ile Hollanda ve turuncular/portakallar bir lakaptan fazlasıdır. Oysa, Hollanda bayrağı kırmızı-beyaz-mavi renklerinde, turuncunun kökeni neye dayanıyor diye merak edenlere söyleyelim; Hollanda Kraliyet ailesinin resmi soyadı Oranje yani Turuncu…
YAŞAMA TUTUNMANIN SEMBOLÜ: DE KUIP
Hollanda’nın futbol mabetleri arasında biri, De Kuip, ayakta kalmanın hikayesini taşır.
Tam adı Stadion Feijenoord, Feyenoord Stadyumu’dur. 1930 yılında kulübün başkanı Leen van Zandvliet, “Avrupa’nın en güzel stadını yapma” fikrini ortaya atar. Rotterdam Şehir Konseyi’nin de desteği ile hem kıtada ve de ABD’deki o yılların en iyi statları gezilir.
Arsenal’in Highbury Stadı örnek alınarak iki katlı, dört çevresi tribünle çevrili ve direksiz bir stat olarak planlanır.
1935’te başlayan stadın inşasında, beton ve demir karışımına o yıllarda son derece ucuz bir malzeme olan cam eklenir.
1937’de Stadion Feijenoord tamamlandığında, bir tüpe olan benzerliği nedeniyle, Felemenkçe tüp anlamına gelen “kuip” adıyla ile anılmaya başlanır.
2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Nazi’lerin Benelüks ülkelerini işgal hareketindeki hedeflerinden biri de Hollanda olur. Rotterdam, Almanya savaş uçaklarının bombardımanı altındadır. O günlerde Avrupa’nın en iyi 3 stadından biri olarak kabul edilen De Kuip de nasibini alır ancak Rotterdam’ın en az zarar gören yapılarından biri olacaktır.
İnşaatında kullanılan cam karışım stat duvarlarının kurtarıcısı olur. Savaşın ardından De Kuip, Rotterdam ve Hollanda’nın her şeye rağmen yaşama tutunmasının sembolüdür artık…
BEVERWIJK SAVAŞI
Hollandalıları nasıl biliriz? Medeni, barışçı, saygılı, vs… Beverwijk Savaşı denince de aklımıza 2. Dünya Savaşı’ndan bir hikaye gelebilir.
Size şimdi Hollandalıların holigan yönlerini anlatacağız; Beverwijk Savaşı aslında bir Ajax-Feyenoord maçının şiddet dolu anısıdır.
23 Mart 1997’de, Hollanda’nın en büyük derbisinde Ajax ile Feyenoord karşılaşacaktı. İki takımın da holigan grupları, SCF Hooligans ve F-Side, A9 otobanının Beverwijk şehri yakınlarında karşı karşıya geleceklerdi. Bu randevulu bir kavgaydı ve polis, iki grubun kavga için bir araya geleceğini biliyordu ancak yeri öğrenememişti.
A9 otobanının o yıllarda henüz inşaatı devam eden gözden uzak bölümünde, birkaç yüz kişiden oluşan iki grup silahlıydı. Bıçaklar, beysbol sopaları, demir çubuklar, elektroşok tabancaları, baltalar ve aklınıza gelebilecek her türlü aletle donanmışlardı. Bu eski moda bir sokak kavgası olacaktı.
Feyenoord holiganlarının etraflarını sarmasıyla Ajax’lıların iki seçeneği kalmıştı; kaç ya da hayatın için dövüş… O gün o kavganın daha ilk dakikalarında kötü bir şeyler olacağı belliydi.
Ajax taraftarı, Carlo Picornie, aldığı 3 bıçak darbesi ve feci şekilde dövülerek öldürülmüş olarak bulundu. Çok sayıda yaralı vardı.
Kavganın fotoğrafları internette bulunuyor, ancak bizleri okuyan genç arkadaşlarımız için görüntüleri kullanmamayı tercih ettik.
1997-1998 sezonunda tüm Ajax-Feyenoord maçları seyircisiz oynandı. Hollanda, holiganizme karşı çok sert önlemler alarak bu tür kavgaların önüne geçti. Ancak Ajax-Feyenoord derbisi, bir diğer adıyla De Klassieker’in olaysız geçtiği bir maç neredeyse olmadı. Olayların çıkması için iki takımın karşı karşıya gelmesi de gerekmiyor.
En son, Mayıs 2019’da, Feyenoord taraftarları amatör takım AVV Swift maçı için Amsterdam’a geldiklerinde Ajax taraftarları ile kavgaya tutuşmuşlardı. Bu olaydan birkaç hafta sonra ise U19 maçı için karşı karşıya geldiklerinde, karşılaşma taraftarların çıkardığı olaylar nedeniyle 30. dakikada tatil edilmişti.
Derbinin Cruyff hikayesini, Erhan Barış Karakuş’ın “Tarihten Bir Yaprak: Cruyff’un son sezonu” yazısıyla okumaya devam edebilirsiniz.
JOHAN CRUYFF
O bir futbolcuydu, belki tarihin gördüğü en zeki futbolcu…
Onun karşısında, rakip futbolcular sanki hayalet gibiydiler, içlerinden geçilebilirdi. Hele bir de karşınıza dikildiyse, birkaç saniye sonra görünmez olacaktı.
Cruyff’un zamanında, o futbol topları ayağının dibinden hiç ayrılmadılar… Adeta ele ele tutuşup sahilde güneşin batışına yürür gibi, futbol topu değil de sanki aşığı gibi…
Bir senfoninin yükselişleriyle birlikte kalbinizin hızlanmasına benzer, Cruyff’u futbolu… Bir ressamı tuvali başında seyre dalmak gibidir. Yıllar sonra siyah-beyaz görüntülerde Cruyff’un ayağına topu alışını izlemek, bir klasik edebiyat örneğini okumaktan farksızdır…
O öyle bir adam ki, saatlerce anlatsak, belgesellerini çeksek, sözlerini paylaşsak, hala söylenmemiş bir şeyler kalacak. Her birimiz birer Cruyff yazsak, hiçbir yazı birbirine benzemeyecek…
“Futbol basit bir oyundur, zor olan onu basit oynamaktır” sözünü sadece futbol değil, hayata da uyarlayabilirsiniz. Zaten Cruyff’un bütün sözleri böyledir, futboldan bahseder ama hayata dair de bir felsefe bırakır. Çünkü futbol hayatın mikro halidir, hayata bakışınız futbolunuzu şekillendirir. Johan Cruyff işte bunu yaptı; futboldan bir hayat, hayattan bir futbol çıkarttı.
O, futbol zamanı ikiye ayrıdı; Cruyff’tan önce, Cruyff’tan sonra…
Okuyucu Yorumları
0 Yorum