Dünyanın en yetenekli futbolcularının Brezilya’da yetiştiğine inanılır.
Oysa Arjantin futbolu, Brezilyalıların yetenekli oyuncular listesinin karşısına, dünyanın en zeki futbolcuları listesiyle kapışır…
Kanıt mı istiyorsunuz?
Brezilya ile Arjantin arasındaki rekabete, oynadıkları her takımda hem ayakları hem de akılları ile fark yaratan BEŞ Arjantinliyi derleyerek katkıda bulunuyoruz.
1- JUAN ROMAN RIQUELME
River Plate ile Boca Juniors arasında küçük çaplı bir transfer savaşı patlak verir, henüz 14 yaşında bir çocuk için üstelik… Argentinos Juniors altyapısında oynayan Juan Roman Riquelme, 17’sinda Boca Juniors’a 800 bin dolar karşılığı imza atar ve ilk maçına “Yeni Maradona” olarak çıkar. Ancak Maradona ile Riquelme arasında hiçbir benzerlik olmadığı yakında anlaşılacaktı.
2002’de Barcelona’ya transfer olduğunda bir başka kriz patlak verdi; Louis Van Gaal, Riquelme transferini onaylamamıştı ve yönetim ile teknik direktör arasındaki soğuk savaş pahalıya patladı: Yedek bekledi, kadroya alınmadı, kanatta oynatıldı, futbolu bitkisel hayata girmişti.
Karşısına Villarreal çıktı, kiralık teklifini kabul etti, ikinci sezonunda takımına o güne kadarki La Liga tarihindeki en iyi sezon finalini, 3.’lüğü getirdi. Riquelme, kimsenin yapamayacağı bir şey yaptı; Villarreal’den Ballon D’or adayları listesine adını yazdırdı.
2007’de Boca Juniors’a geri döndü. O sadece futbolcusu değil, takımın en büyük taraftarlarından biriydi. 2014’te altyapısından yetiştiği Argentinos Juniors’a döndü ve hikayesini başladığı yerde noktaladı.
2- JOSE SOSA
Jose Sosa, Arjantin futbol tarihinde hem yetiştirdiği oyuncular hem de oyunun taktiksel gelişimine imza atmış teknik adamları ile geçen takımlarından Estudiantes’te büyüdü ve parladı. 2006’da Boca Juniors’u yenerek 23 yıl sonra elde edilen şampiyonluğu getiren maçta, efsaneleşecek frikiklerinden biriyle sezonun kaderini belirlemişti. Bu performansı ona hem Arjantin Milli Takımı formasını hem de Bayern Münich’e transferini getirdi. Ancak Almanya ile Arjantin’in futbol dilleri çok farklıydı, adapte olamadı ve Estudiantes’e geri döndü.
Avrupa’ya Napoli ile döndü ancak İtalya’nın havası yaramamıştı, 1 yıl sonra Metalist’e transfer oldu. Sadece takımını Avrupa Kupalarına götürmekle kalmadı, kaptanlık pazubandını takacak kadar da büyük bir ilham kaynağı haline geldi.
1 Ocak 2014'te 6 ay kiralık olarak Atletico Madrid’le anlaştı, Şampiyonlar Ligi finalinde Real Madrid’e boyun eğse de o takım tarihin en büyük hikayelerinden birine imza atarak La Liga şampiyonu oldu.
2014’te Beşiktaş’a transfer olduğunda, siyah beyazlı taraftarlar için bir futbolcunun ötesine geçti, öyle bir tat bıraktı ki onu izlemek bir ressamın tuvalinin başında çalışması gibiydi. Tek bir pasla rakibin bütün savunması nasıl düşürülür? Buna oyuna akıl fikir koymak denir.
Ancak eşinin ısrarı ile 2 sezon sonra Milan’a imza attı. İlk haftalarda kaldığı yerden devam edecek gibiydi ama kendisi kaostan çıkamayan takımının krizlerinin içinde kayboldu. Bir kez daha Türkiye’ye döndü ve bu defa Trabzonspor formasını üzerine geçirdi.
Milan’da, Pirlo ile tanımlanan regista, derin oyun kurucu görevinde oynaması istenmiş, Sosa adapte olamamıştı, onun idolü Juan Sebastian Veron’du ve o bir hücumcu olmalıydı.
Ünal Karaman ondan bir kez daha denemesini istedi, Sosa’yı merkeze yerleştirdi. Ve bu defa oldu, Sosa bir orkestra şefi gibi hem savunmayı hem hücumu kontrol edebildiği, zekasını konuşturabildiği rolünü buldu.
O artık sadece bir ressam değil, tüm bir sergiyi yönetiyor.
3- HERNAN CRESPO
Arjantin ligi şampiyonluğu, Copa Libertodores, İtalya Kupası, UEFA Kupası, Prmeier Lig şampiyonluğu, 3 kez İtalya ligi şampiyonluğu… Koleksiyonundaki tek eksik Şampiyonlar Ligi oldu, çok acıklı bir finalle kaybetti...
Hernan Crespo, River Plate’de parladı. Daha kariyerinin başında kıtanın en büyük kupasına, Libertadores’e ulaştı. Avrupa’ya ise Parma ile geldi ve orada da hem İtalya Kupası’nı hem de Marsilya ile oynadıkları finali kazanarak UEFA Kupası’nı kazandı.
Kariyerine adeta bir kupa canavarı olarak başladı ki geleceği de çok farklı olmayacaktı. Ancak tek başına sadece kupalarla açıklayamazsınız Crespo’nun kariyerini…
Parma’da kulüp tarihinin en iyi kadrosunun en öndeki yıldızıydı. Lazio’da ise İtalya futbolunun savunmadan hücuma geçişini simgeleyen takımlarından birinin parçasıydı. Inter’e, El Fenomeno Ronaldo’nun ayrılışının ardından onun yerini doldurması için transfer edildi. 4 ay süren korkunç sakatlığı onu engelleyebilecek tek şeydi.
2006’da Chelsea’de Premier Lig şampiyonluğunda oynadığı rolün ardından Milan’a imza attı. Tarihin en iyi Milan kadrolarından biriydi ve 2005’te İstanbul’da Liverpool ile oynadıkları finalde 39 ve 44. dakikalarda 2 gol attı, ilk yarı 3-0 bitti ve kupanın ucundan tutmuştu, ama mucizeleri seven İstanbul’a boyun eğdi.
2005’te, Mourinho, Drogba’yla forma rekabetine girecek bir isim aradığında Crespo’yu aradı.
Hernan Crespo, kendi döneminin en iyi santrforlarından biriydi, neredeyse eksiksizdi, ancak değişen futbol ve santrfor anlayışına uyum sağlayamadı. O bitiriciydi, topun kaleye girmesinin bir yolu olmasa da fark etmezdi, Crespo gerekirse icat ederdi.
4- GABRIEL BATISTUTA
Lakabı Batigol, ondan sonra bu lakabı golcü futbolculara da uyarladılar ama hiçbiri Batistuta’nın yanına bile yaklaşamadı.
Marcelo Bielsa tarafından keşfedildi, stattaki bir odada geçirdi Newell’s Old Boys’taki ilk sezonunu. Arjantin’in 2 dev takımında; Boca Juniors ve River Plate’de forma giydi. İtalya’da, Fiorentina’nın mor forması, Batistuta denince gözümüzün önünde canlanan resim oldu, elbette sarı uzun saçları da… 152 gol sevinci izledik, nasıl ezberlemeyelim…
Fiorentina küme düştü, Batistuta kalıp yeniden Serie A’ya çıkarttı. Roma’ya, 30 yaşın üzerinde bir futbolcu için ödenen en yüksek bonservis bedeliyle transfer oldu. Sarı kırmızılıların son Serie A şampiyonluğunun sevincini, o efsane takımla paylaştı.
Kendi jenerasyonun en fazla korku salan santrforuydu, öte yandan dönemin en teknik golcülerinden biriydi. Bu kadar çok gol atmasının en temel nedenlerinden biri savunmayı nasıl dağıtacağını çok iyi tasarlayabilmesiydi, çözüm üretme konusunda neredeyse mükemmeldi.
Öte yandan onu tarif eden en iyi cümlelerden biri şu olsa gerek: “Topa kontrollü şiddet uyguluyordu, sanki topla aralarında kan davası var gibi davranıyordu.”
5- PAULO DYBALA
Yüzündeki gülümseme, sanki daha futbola yeni başlayan bir çocuğu andırıyor ama kanmayın, o öldürücü bir mücevher…
Paulo Dybala’nın o masum ve çocuksu yüzünün altında, acımasız ve yırtıcı bir güç gizli. Juventus gibi bir takımın bile elinde tutmakta zorlanacağı bir yıldıza çok erken dönüştü, tıpkı yukarıdaki Arjantinliler gibi…
2. Dünya Savaşı’nın ardından Polonya’dan Arjantin’e göç eden bir ailenin oğlu ve İtalyanların radarına da çok genç yaşta takıldı. Palermo’ya geldiğinde daha henüz 18 yaşında kumaşını ortaya koydu ve Juventus’a “mücevher” olarak transfer edildi. Dybala’nın Tevez’le, Del Pierro’yla, Roberto Baggio’yla karşılaştırılan yeteneği doğal haliydi, işlendikçe parlıyor.
Hücum hattının her pozisyonunda gözünüz kapalı forma verebileceğiniz bir süper yetenek ve bu adam Juventus tarihinin en iyi kadrolarından birinde, kimsenin forma rekabetine giremeyeceği kadar mükemmel…
Hızlı, çalışkan, zeki ve yaratıcı… Baldırına kadar indirdiği çorapları, masum ve çocuksu gülüşü, öldürücü vuruşları ve mükemmel bir futbol zekası…
Okuyucu Yorumları
0 Yorum